HADİS İNKARCILIĞI /KUR'AN'I HERKES YORUMLAYABİLİR Mİ?






-Bismillahirrahmanirrahim-

Hadisleri inkar eden güruh İslam tarihi boyunca zaman zaman meydana çıkmıştır ama son zamanlarda biraz daha fazla türediler diyebiliriz. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahih kaynaklarda geçen hadislerinde buyuruyor ki "Sakın sizin birinizin koltuğuna yaslanıp, kuranda bulduğuma inanırım bulmadığımı red ederim derken yakalamayayım. Ahir zamanda bunlar gelecek benim hadislerimi inkar edecekler "[1]

Mikdâm İbnu Ma’dîkerib (ra) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin: “Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır. Onda nelere helâl denmişse onları helâl biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz” diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın haram kıldıkları da tıpkı Allah’ın haram ettikleri gibidir”[2]

 Dikkat edin! Şüphesiz bana Kur'an ve onun bir misli verildi.  Dikkat edin! Karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak şöyle diyeceği gün yakındır ; “Sizin bu Kur’an’a uymanız gerek. -Yani başka bir şeye uymanıza gerek yok.-  Onda helal bulduklarınız helal kabul edin , Onda haram bulduklarınızı da haram kabul edin. Dikkat edin ! Allah’ın Resulünün haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir. [3]

“Benim sünnetimi beğenmeyen benden değildir.” [4]

 Hadisleri inkar edenlerin birçoğunun iddiası ise Allah “Kur'an'ı kolaylaştırdım” diyor, o nedenle herkes Kur'an'ı anlayabilir ve yorumlayabilir. Hadisler Rasulullah’tan 200 sene sonra telif edildi,bu nedenle güvenilir değildir” diyorlar. O nedenle Kur'an'da “salât”ın yani bizim bildiğimiz manası ile namaz kılmanın aslen namaz kılma anlamına gelmediğini, Kur'an'da başörtüsünün olmadığını ve ayetlerde geçen humur ve cilbab gibi örtünme unsurlarının başı kapatma mânâsına gelmediğini, namazın 5 vakit değil 3 vakit olduğunu, kurban kesmenin olmadığını, Haccın olmadığını vs. iddia ediyorlar. Bunlar İslam'ı kanadı yolunmuş kuşa çeviren yorumlar.

Kur'an'ı her akıl kendi ilmi ve bilgi seviyesine göre anlayabilir. Kur'an 7'den 70'e herkese hitap eden havas, avam, alim, cahil herkesin bir noktada anlayıp bileceği bir kitaptır ancak her akıl kendi ilmi seviyesine göre anlam çıkarır. Zaten bir diğer mucize yönü de budur. Bir anaokulu çocuğu nasıl ki karmaşık bir anatomi kitabından kendi çapında ne kadar anlarsa ilmi  donanımı olmayan Kur'an'ın belağatini, fesahatini fonetiğini, zahirini,batınını,hakikatini, mecazını bilmeyen nasıl onun sırlarına tam mânâsıyla vakıf olabilir?  

Kur'an'ın Allah tarafından kolaylaştırılmış bir kitap olması onun üzerinde her önüne gelenin yorum yapacağı anlamına gelmez. Eğer öyle olsaydı vahye bizzat şahit olmuş ashabın hepsi tefsirde birer dâhi olurdu. Ama onlardan bizim bildiğimiz müfessir olarak sayıları iki elin parmağını geçmez.Onlar ilme değer verirlerdi en az bilgiye sahip olanı belki bizim en alim olanımız seviyesindedir ama onlar Kur’an üzerine söz sözlemeyi uygun bulmuyorlar bunu en ehil olanlarına bırakıyorlardı. Bu ehil olanlar ise mesaisinin neredeyse tamamını vahyin ezberlenmesine, yazılmasına, öğretilmesine, tebliğ edilmesine hasreden, Rasulullah as’ın yanında vakit geçiren O’nun sözlrini ezberleyen ve her fiilini takip edenlerdi.

Onlar ilahi kelam hususunda çok ciddi davranmışlar ve canları istediği her an yorum yapmamışlardır. Hazreti Ebu Bekir’e (ra) bir ayet hakkında sorduklarında “Bilmediğim konularda Allah’ın kitabı hakkında tefsirde bulunursam hangi sema beni gölgesine kabul eder ve hangi arz beni üzerinde barındırır.” demiştir.[5]

İmam Malikin kaynaklarında, Bakara Suresini, Hz. Ömer’in on iki senede, oğlu Abdullah’ın sekiz senede ezberlediği geçer. Onlar âyetleri okuyup, üzerinde düşünüp tefekkür ettikten sonra, “bu ayet bana ne diyor” diye sorguladıktan sonra başka ayetlere geçiyorlar ve onları davranışa dönüştürmeden kendilerini ayetleri ezberlemiş kabul etmiyorlardı.

Suyuti’nin ıtkan isimli eserinde geçtiğine göre büyük tefsir dahisi Tercümanü’l Kur’an diye bilinen İbni Abbas (ra) Kur'an'da geçen bazı kelimeleri bilmediğini söylemiş,  altı âyette geçen “fâtır” kelimesinin mânasını, iki Arap köylüsünün bir kuyu başında tartışırken bu kelimeyi kullanmaları sayesinde öğrendiğini belirtmiştir. [6]

Yine İbn Abbas “gıslîn” (el-Hâkka 69/36), “ḥanânen” (Meryem 19/13), “evvâh” (et-Tevbe 9/114) ve “rakīm” (el-Kehf 18/9) dışındaki bütün Kur’an kelimelerini bildiğini söylemiştir.[7]

Hz. Ömer, Abese süresindeki (80/31) “ebben” kelimesinin anlamını bilmediğini ifade etmiştir.[8]

Onlar bildikleri hususlarda dahi önlerde olmamış, bilmedikleri hususlarda da hiç konuşmamışlar bir bedevi bile olsa o daha iyi biliyorsa ona sorup öğrenmişlerdir.  Sonraki zamanlarda 1400 küsür sene içinde  ulema ciltlerce tefsir yazmış, ilmi açıklamalar yapmış, bu kadar alimden hiçbiri  Kur'an'da namazı bulamadım, kurbanı bulamadım dememiştir. Çünkü onlar Kur'an'a tabi  oldukları gibi Resulullah Aleyhisselam'ın sünnetine de tabi olmuşlardır. Bu ittiba emri, 20’ye yakın  ayetle farzdır. Bunlar şunlardır.

 “De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun.” (Âl-i İmran, 3/31)

“Eğer bir şeyde çekişirseniz onu Allah'a ve Resulüne götürün...” (Nisa, 4/59)

 “Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlarla savaşın.” (Tevbe, 9/29)

“Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, hiçbir mümin erkek ve mümin kadın için işlerinde seçme hakları yoktur.” (Ahzab, 33/36)

 “Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir.” (Nur, 24/51)

 “Andolsun ki Allah'ın resulünde sizler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21)

 “Biz sana Kur'an'ı indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın!” (Nahl, 16/44)

“Peygamber size her neyi verdiyse onu alın. Ve size her neyi yasakladıysa ondan vazgeçin.” (Haşr, 59/7)

 “Sonra biz seni din hususunda bir şeriat sahibi kıldık.” (Casiye, 45/18)

 “Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin.” (Hucurat, 49/1)

 “Seni hakem yapmadıkça iman etmiş sayılmazlar.” (Nisa, 4/65)

 “Allah'a ve Resulüne karşı gelenler.” (Mücadele, 58/5)

 “Allah sana Kitabı ve hikmeti indirdi.” (Nisa, 4/113)

 “O hevasından konuşmaz!” (Necm, 53/3)

“Resulün hükmünden ancak münafıklar kaçar.” (Nisa, 4/61)

 “Kim Resule itaat ederse, şüphesiz Allah'a itaat etmiştir.” (Nisa, 4/80)

 “Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar.” (Nisa, 4/13)

 “Kim Resule muhalefet ederse onu cehenneme sokarız.” (Nisa, 4/115)

Kur'an'da:   أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ Allah'a itaat edin ve Resule itaat edin, emri 5 defa geçiyor. 

أَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ Allah'a ve Resulüne itaat edin, şekliyle 4 defa geçiyor. 

أَطِيعُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ Allah'a ve Resule itaat edin, şekliyle 2 defa geçiyor. 

Allah'a itaat zikredilmeden, direkt Peygamberimiz (asm)’e itaat emredilip, أَطِيعُوا الرَّسُولَ Resule itaat edin, şekliyle 1 defa geçiyor. 

 Rasulullah (as) 23 senelik risalet ve tebliğ vazifesinde gelen ayetleri ashaba sadece  tilavet etmedi, onları tefsir etti, yani ayrıntılarıyla açıkladı, fiilleri ile gösterdi, teybin etti, uyardı ve müjdeledi. 

Bugün hadisleri inkar eden güruh onlarca kitap yazıyorsa bu dinin kendisine indiği Nebi aleyhisselam nasıl Kur'an hakkında, İslam hakkında konuşmamış olsun? En fazla konuşmaya O’nun hakkı yok mu? En basit bir örnekle bugün, ergen çocuklar dahi hayranı oldukları bir şarkıcının, artistin bile tüm cümlelerini ezberlerken, fotoğraflarını arşivlerken, hayatının hiçbir ayrıntısını atlamadan adım adım onu takip ederken, bitmez bir aşkla Rasulullah aleyhisselam’a bağlı olan ashab-ı kiram nasıl olur da onun fem-i muhsininden  dökülen sözlerini ezberlemesin, her fiilini aklına kazımasın?

Ashab-ı Kiram O’ndan (as) ilim öğrenmeye kendilerini o kadar hasretmişlerdi ki bazı sahâbîler, Rasulullah as’ın sözlerini ve yaptıklarını kaçırmamak için O’nun meclislerinde bulunmayı nöbete bağlamışlardı. Buhârî’nin rivayet ettiğine göre, Medine’nin takriben dört kilometre uzağında oturan Hz. Ömer, komşusu ile bu konuda anlaşmıştı. Gerek evlerinin Mescid-i Nebî’ye uzak olması, gerekse yapmaları gereken günlük işler dolayısıyla Resûlullah’ın yanına nöbetleşe giderler, Medine’ye bir gün Hz. Ömer iner, bir gün de komşusu inerdi. Böylece kim Allah Resûlü ile buluşmuşsa akşamları duyduklarını diğerine aktarır, ikisi de yeni bilgilerden mahrum kalmazdı.[9] 

Rasulullah as’dan ilim öğrenen ashabın en önemli mekanı suffe idi. Burada ilk başta ashaptan bekar ve fakir olanlar kalırken, zamanla sayıları yüzleri bulan ashab bütün zamanlarını Kur’an ve hadis (sünnet) başta olmak üzere İslâm’ın esaslarını öğrenmeye hasretmişlerdi. Onlar Rasulullah as’ın bizzat rahle-i tedrisinden geçiyorlardı. Şimdi böyle tüm gününü ilme ayıran, her dakikasında Rasulullah as’ın söz ahval ve etvarını gözetleyen ashab nasıl olur da O’ndan sadır olan bir kelimeyi dahi kaçırabilirdi?

Rasulullah as’ın Kur’an’ın dışındaki söz ve davranışları, O hayattayken düzenli ve kapsamlı biçimde yazıya geçirilmemiştir. O’nun (as) Kur’an’la karışma ihtimaline binaen  hadislerin yazılmaması yönünde bir isteği olmuştur. Ancak bu bütün ashab için geçerli değildir.  En baştan beri hadisleri yazan birçok kişi vardı. Anlaşılan o ki yazısı ve ilmi düzeyi iyi olan ashaba hadisleri yazma izni vermişti.   Ebû Saîd el-Hudrî vasıtasıyla nakledildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir: “Benden bir şey yazmayın. Her kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu hemen yok etsin. Benden hadis rivayet edin; bunun bir sakıncası yok. Ama her kim benim üzerimden kasten yalan söylerse cehennemdeki yerini hazırlasın.”[10]

 

 Yine Ebû Saîd el-Hudrî  Resûlullah’tan, hadisleri yazmak için izin istediklerini, ancak onun kendilerine izin vermediğini nakletmektedir.[11]

Resûlullah’ın hadislerin yazılmaması yönünde bir isteği olduğunu Zeyd b. Sâbit de nakletmektedir.[12]

Bu hadislerden anlaşılan şu ki Rasulullah (as) bazen hadislerin yazılmasını yasaklamış olsa da onların şifahi olarak nakledilmesini asla yasaklamamıştır. Yalan uyduracak olanları da büyük bir azapla tehdit etmiştir.

Hadislerin yazılmasıyla ilgili olarak ise  kaynaklarda şu bilgiler  mevcuttur;

Rasulullah (sav) zamanında hadislerin sahifeler halinde bazı sahâbîler tarafından yazıldığı bilinmektedir. Hadis sahifesi olduğu belirtilen bazı sahâbîler şunlardır:

 

Sa’d b. Ubâde (15/637)

Ali b. Ebû Tâlib (40/660)

Semüre b. Cündeb (58-9/677)

Ebû Hüreyre (59/678)

Abdullah b. Amr b. el-Âs (63/682)

Abdullah b. Abbâs (68/687)

Abdullah b. Ömer (74/693)

Câbir b. Abdullah (78/697) Bknz; [13]

 

Ebû Hüreyre ile Semüre b. Cündeb’in  sahifeleri günümüze kadar ulaşmıştır. Dolayısıyla Rasululla as’ın hayatında hadislerin yazımı konusunda mutlak/kesin bir yasak veya izin olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. En azından hadislerin kısmen ve imkânlar ölçüsünde kayda geçirildiği belirtilebilir. Tâbiûn âlimlerinden Hemmâm b. Münebbih(132/750), Ebû Hüreyre’den dinlediği hadisleri es-Sahîfetü’s-sahîha adlı bir mecmuada toplamıştır. Yüz otuz sekiz hadisin yer aldığı eser farklı mütercimler tarafından dilimize de çevrilmiştir. Semüre b. Cündeb’in sahifesi yüz on sekiz rivayet ihtiva etmektedir ve sahifenin içeriği Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde  ve Taberânî’nin el-Mu’cemü’lkebîr’inde yer almaktadır.

 

Râfi’ b. Hadîc de Hz. Peygamber’in, ondan duyduklarını yazma konusunda kendisine izin verdiğini nakletmektedir. [14]

Abdullah b. Amr b.el-Âs şöyle demiştir: “Ben, muhafaza etme düşüncesiyle Resûlullah’tan işittiklerimin hepsini yazıyordum. Kureyşli bazı kişiler, ‘Resûlullah (sav) sakinken de öfkeliyken de konuşan bir insan olduğu hâlde, sen ondan her duyduğunu yazıyor musun?’ diyerek beni bundan menettiler. Ben de yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu Allah’ın Elçisi’ne ilettim. O (sav) da “Sen yaz.” dedi ve parmağıyla ağzına işaret ederek, “Varlığım elinde olan Allah’a yemin olsun ki buradan hakikatten başka bir şey çıkmaz.”[15] buyurdu. Abdullah’ın Resûlullah’tan yazdıklarını “es-Sâdıka” adını verdiği bir sahifede bir araya getirdiği söylenir.[16]

Tevrat ve İncil gibi çok eski kitapları okuyabilen, Arapça ve Süryanice dilleriyle rahatça yazabilen biri olması hasebiyle Abdullah b. Amr’a hadisleri yazması yönünde özel bir izin verildiği anlaşılmaktadır. [17]

Muksirun yani en çok hadis rivayet eden sahâbî olarak bilinen Ebû Hüreyre (ra) de Abdullah b. Amr’ın hadisleri yazmakta olduğuna şöyle tanıklık etmiştir: “Rasulullah’ın (sav) ashâbı arasında Abdullah b. Amr dışında benden daha fazla hadis bilen yoktur. Çünkü o yazardı ben yazmazdım.”[18]

Yine Ebû Hüreyre’den şu bilgiler de nakledilmiştir;  Mekke’nin fethini müteakip Rasulullah as’ın yaptığı konuşmayı dinleyen Ebû Şâh adlı Yemenli bir zat, Resûlullah’tan yaptığı konuşmayı kendisi için yazdırmasını istemiş, bunun üzerine Allah Resûlü kâtiplerine hutbenin Ebû Şâh için yazılması görevini vermiştir. [19]

Ensardan bir adam Resûlullah’ın yanında oturur, onun hadislerini dinlerdi. Dinledikleri hoşuna giderdi fakat onları ezberleyemezdi. Nihayet adam durumunu Allah Resûlü’ne arz etti. Bunun üzerine Resûlullah (sav), “O hâlde elinden yardım al.” dedi ve dinlediklerini yazması için eliyle işaret etti.[20]

 

 Ashab-ı Kiram der ki “Biz Resulullah'ı  (sav) sanki başlarımızda birer kuş varmış da kıpırdarsak uçup gidecekmiş gibi dikkatli dinlerdik.”[21]

Yani bizim ifademizle çıt çıkarmadan, dikkatlerini dağıtmadan, her an aynı gerilmiş ruh haliyle dinlerlerdi.Bu ahvalde ashab-ı kiram nasıl olur da onun ağzından çıkan sözlerin bir kelimesini kaçırırdı?

Zaten Kur'an'ın nüzul dönemi'nde Araplar için herhangi bir şeyi hıfzetmek çok kolaydı, onların hafızaları ciltleri dolduracak kadar şiir ve neseb ilmi ile doluydu. Bazen yazı malzemelerine bile ihtiyaç duymuyorlardı zaten yazı malzemeleri de azdı, onları edinmek zordu ve meşakkatliydi. Yukarıdaki bilgilerden anlaşıldığına göre Ashab-ı Kiram içinde  ayet ve hadisleri karıştırılmayacak düzeye gelenlere hadisleri yazma izni verilmişti.

Ayrıca Veda Hutbesi’nin yanı sıra İslâm’ davet mektupları, Medine Sözleşmesi, Hudeybiye antlaşması, Yemen’e gönderilen vergi düzenlemesi örneklerinde görüldüğü üzere siyasî, idarî ve malî konularda düzenlemeler yapmak için Rasulullah as’ın  bizzat kendi yazdırdıkları düşünülünce İslâm’ın ilk yıllarında azımsanamayacak düzeyde kayıt faaliyetinin gerçekleştirildiği söylenebilir.

Rasulullah as hadislerinin nakline de teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur;

Veda Hutbesi’nde, konuşmasını tamamlarken, “Burada hazır bulunanlar, burada bulunmayanlara tebliğ etsin. Belki burada bulunan kimse, burada olmadığı hâlde bunu daha iyi anlayacak bir kimseye tebliğ etmiş olur.[22] demiş, başka bir zaman da  “Allah bizden herhangi bir şeyi işiten ve işittiği gibi de tebliğ edip başkalarına aktaran kişinin yüzünü ak etsin...” buyurmuştur. [23]

Rasulullah as’ın sağlığında sözleri düzenli bir biçimde kayda geçirilmemiş olsa da onların nakli veya rivayeti kesintisiz bir şekilde süregelmiştir. Yalnız şu var ki hadisler daha sonraki dönemlerde onun ağzından çıktığı şekliyle bire bir kayda geçirilememiştir. Bu durumun bilincinde olan hadisçiler de hadislerin lafzı ile rivayeti konusunda esnek bir tavır sergilemişler, mânâyı değiştirmemek kaydıyla râvinin, hadisi anladığı şekilde rivayet etmesinde bir sakınca görmemişlerdir. Bu hadisler ezber yoluyla geldiği için mana korunarak aktarılmasında sakınca bulunmamıştr. Zira Kur’an-ı Kerim dahi 7 harf üzerine okunmuştur ve sahih rivayetlerdir. Asıl olan insanların dinlerini Kur’an ve sünnetten öğrenmeleridir. Zaten hadisleri lafsen ve manen mütevatir olarak ayırmışlar lafzen mütevatir olanlarda lafız olarak büyük farklılık olmamakla birlikte manen mütevatir olanlarda mana korunarak lafız farklılığı olmuştur ve bu, ilmi hıfz ile korumanın doğal neticesidir.

Ashab-ı Kiram’ın Rasulullah (as) döneminde zaman zaman muhatap oldukları buyrukları farklı biçimlerde algılayabildikleri göz önüne alınırsa bu konuda müsamaha gösterilmesi kaçınılmazdı.[24]Ayrıca bir hadisi farklı zaman ve mekanlarda Rasulullah as da farklı versiyonlarla aktarmıştır. Bu da hadislerin lafzen ve manen farklı rivayet etmesinde bir etken olmuştur.

Rasulullah as’dan sonra başta Hz. Âişe olmak üzere, Ali b. Ebû Tâlib, Abdullah b.Abbâs, Abdullah b. Ömer, Enes b. Mâlik, Ebû Hüreyre ve Abdullah b. Amr gibi Resûlullah’ın vefatı sırasında henüz genç yaşta olan ve uzun süre yaşayan sahâbîler, Hz. Peygamber’in sünnetini öğrenmek isteyen müminler için birer muallim olmuşlardır. Bu sahâbîlerin etrafında oluşan talebe halkaları onlardan duydukları hadisleri bir sonraki kuşağa aktarmışlardır. Bu asırlarca da böyle devam etmiştir.  Hz.Peygamber’in, İbn Abbâs aracılığıyla rivayet edilen, “Sizler benden (sözlerimi) işitiyorsunuz. Sizden de başkaları işitecek. Onlardan da başkaları işitecektir.[25] buyurmuştur.

 

Uzun yıllar içinde çeşitli sebeblerle  uydurma hadisler oluşsa da hadis alimleri bunları dilkkatli bir tetkike tabi tutarak ayıklamışlar ve bu konuda bir çok kitap yazmışlardır. Mesela Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin (ö. 597/1201) “El- Mevzuat” ve Ali El- Kari’nin (ö.1014/1605) “el- Mevzuatü’l Kübra” eserleri hadis diye uydurulan rivayetleri elemeye dair  alanında iki güzel  çalışmadır. Daha bir çok alimin bu bahisle eserleri vardır.

Alimlerin bu hassasiyetlerinde Nebevi uyarıların etkisi büyüktür;

“Bu ilmi (ilâhî öğretileri) sonraki nesillerden güvenilir kimseler devralacak ve onu, cahillerin yorumlarından,bâtıl ehlinin kendi çıkarları uğruna istismar etmelerinden ve haddi aşanların saptırmalarından koruyacaklardır.”  [26]

   Ayrıca, Her işittiğini aktarmak kişiye yalan olarak yeter. [27] hadisi ile bütün kaynaklarda yer alan ve tevatür derecesine ulaşan, “Her kim kasten benim üzerimden bir yalan uydurursa cehennemdeki yerini hazırlasın.” [28] hadisi onların mevzu hadislere yaklaşımlarında çok hassas davranmalarında etkili olmuştur.

 

Peygamber’in sözlerine yalan yanlış şeyler karışır endişesiyle bilhassa ilk halifeler bu konuda ciddi bir hassasiyet göstermişlerdir. Sahih hadis kaynaklarında geçen bilgilere göre  Hz. Ebubekir’in (ra) Resûlullah’ın nineye altıda bir miras verdiğini söyleyen Muğîre b. Şu’be’den bu bilginin doğruluğunu teyit etmesi için bir şahit istemesi;  Halife Hz. Ömer’in de bir başka meselede yine Muğîre b. Şu’be’den bir şahit getirmesini istemesi;Hz. Ali’nin daha ileri giderek, “Ben, Resûlullah’tan bir hadis işittiğim zaman, Allah dilediği kadar beni o hadisten yararlandırırdı. Ancak başkası ondan bana hadis rivayet ettiği zaman râviden yemin etmesini isterdim. Yemin ettiği zaman onu tasdik ederdim.”  demesi, ilk halifelerin, hadis rivayeti konusundaki ihtiyatlı yaklaşımlarını ifade etmektedir. [29]

Tabakât müellifi İbn Sa’d’ın naklettiğine göre, Hz. Ömer Resûlullah’ın sünnetlerini kayda geçirmek hususunda önce sahâbe ile istişare etmiş, ancak tam karar veremeyince bir ay boyunca istihareye yatmış ve neticede önceki din mensuplarının, sonradan yazdıkları kitaplara yönelmek suretiyle Allah’ın Kitabı’nı terk ettiklerini anımsayarak “Allah’ın Kitabı’na bir şey karıştırmam”demiş ve bu uygulamadan tamamen vazgeçmiştir. [30] yani Hz Ömer hadislerin uydurma olabileceği endişesiyle değil Müslümanların tüm mesaisini buna harcayarak Kur’an’dan uzaklaşabilme endişesi taşıması sebebiyle hadisleri toplatmaktan vazgeçmiş ve bunu uzun süren tefekkür neticesinde yapmıştır. Yalnız hadisleri sözlü olarak rivayet etme geleneği devam etmiş yazılı nüshalar ise imha edilmemiştir.

 

Rasulullah as’ın vefatında yüz bini aşkın sahâbî olduğu bildirilmekle beraber, Hâkim en-Neysâbûrî (405/1014) hadis rivayetinde bulunan sahâbîlerin 4.000 kişi civarında olduğunu söyler. Fakat Zehebî bunların 1.500 kişi olduklarını belirtir ve sayılarının ne kadar zorlansa asla 2.000’i bulmayacağını söyler. Zehebî, Tecrîdü esmâi’ssahâbe,I,3.Sahâbîler, rivayet bakımından çok hadis nakledenler“müksirûn” ve az hadis nakledenler mânâsında “mukıllûn” olmak üzere iki kısımda ele alınırlar. Müksirûn olarak nitelenen ve binin üzerinde hadis nakleden yedi sahâbî vardır. Bunlardan Ebû Hüreyre 5.374, Abdullah b. Ömer 2.630, Enes b. Mâlik 2.286, Hz. Âişe 2.210, Abdullah b. Abbâs

1.969, Câbir b. Abdullah 1.540 ve Ebû Saîd el-Hudrî 1.170 hadis nakletmiştir.

Bunun dışında kalan sahâbîler ise mukıllûn olarak nitelenirler. Bu kadar hadis rivayet eden sahabe varsa hadisler sahih değildir diyenlere mi itibar edeceğiz yoksa her anını Rasulullah as ile geçiren ashaba mı ? Aklı olan hiç bu kıyasa kalkışır mı ?

Resulullah (as) Kur'an'ı da çeşitli suretlerde tefsir etmiştir. Burada yazmak bu makaleyi aşacağı için onu tefsir usulü kitaplarına veya başka bir makaleye havale ediyoruz.

Ashabı kiram ilmi hususlarda ne kadar hassas davranmışsa onları takip eden tabiin talebeleri de aynı hassasiyeti göstermişlerdir. Şimdi belirli bir ilmi seviyeye erişememiş insan  Kur'an'dan kendi aklına göre güdük bilgisiyle çıkarım yapmaya çalışması bu kadar ashab ve tabiine bir saygısızlık olmaz mı? Onlar hayatlarını vakfedercesine ilimle meşgul olmuşlardır.  Mesela  Tabiinden olan ve tefsir sahasında da otorite kabul edilen  Mücahid bin Cerir (ra) sahâbîlerin ileri gelenleriyle görüşme imkânı bulmuş, başta tefsir olmak üzere hadis ve fıkıh gibi alanlarda Abdullah b. Mes‘ûd, Ali b. Ebû Tâlib, Sa‘d b. Ebû Vakkās, Ebû Hüreyre, Âişe, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr’den faydalandı; Abdullah b. Abbas’ın önünde Kur’an’ı otuz defa hatmetmiş ve onunla Kur’an’ı baştan sona kadar üç kere tefsir etmiştir. İbn Abbas’ın ölümünden sonra Mekke tefsir ekolünün önemli bir öncüsü olarak onun yerine tefsir derslerini üstlenmiştir.

Yine büyük müfessir Abdullah bin  Abbas’ın talebesi olan İkrime (ra) de Ondan 40 yıl boyunca ders almıştır. İkrime’ye Kur’an, fıkıh ve sünneti öğretmek için çaba harcayan Abdullah b. Abbas, bizzat İkrime’nin belirttiğine göre kırk yıl süren bu tahsil hayatı boyunca kendisini derslerine vermesi için zaman zaman onu ayağından bağlardı. Rivayet ettiği hadislerin çoğunu sahâbe neslinden alan İkrime, başta Abdullah b. Abbas olmak üzere Hasan b. Ali b. Ebû Tâlib, Ukbe b. Âmir el-Cühenî, Hz. Âişe, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Amr b. Âs, Ebû Saîd el-Hudrî, Abdullah b. Ömer b. Hattâb, Hz. Ali, Câbir b. Abdullah’tan hadis rivayet etmiştir.

Bu örnekler Kur’an hakkında konuşan  ulemanın bu işe ne kadar mesai harcadığını göstermesi açısından önemlidir ve bu örnekler haddinden fazladır. Onlar Kur’an hakkında bir şey söyleyebilmek için bu kadar ciddi eğitimden geçmiştir.

Muhakkak Arapça bilmek de Kur'an'ı tam anlamaya yorumlamaya yetmez bunu Kur'an'a tüm mesaisini ayıranlar ve ilimde derinleşenler yapabilir. Akla şöyle bir soru gelebilir. Arapça bilmeyen biri  Kur'an'ı anlamayacak mı onun üzerinde yorum yapamayacak mı veya kelamullah’ı anlayamayacaksa nasıl mükellef tutulabilir ya da anlayamayacağı kitabı Allah kullarına neden gönderir?

Biz de şöyle deriz Suyûtî “el-İtkan” isimli eserinde ‘sahabeden tefsirde şöhret kazananlar on kişiyi saymış bunlar Hazreti Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali r.anhüm, İbn-i Mes’ûd, İbn-i Abbas, Ubeyy bin Ka’b, Zeyd bin Sabit, Ebû Musâ el-Eşari, Abdullâh bin ez-Zübeyr.( Allah, hepsin den razı olsun.) ve tabiinden Abdullah bin Abbasın talebeleri  Mücahid ve  İkrime gibi alimler ömürlerini bu işe vakfetmiş ise bize onların yolunda yürümek düşer.

Ne zaman ki onlar kadar ilim sahibi oluruz -ki bu imkansız ne Rasulullah as ile muhatap olmuşuz ne vahye bizzat şahit olmuşuz-o zaman “ben de Kur’an üzerinde konuşabilirim” diyebiliriz. Bu minvalde  nasıl bugün yüzlerce çeşidi yazılmış herhangi bir meali açıp Kur’an üzerinde yorum yapabiliriz ? Sadece bilgisayar kullanabilen ve kopyala yapıştır yapabilen herkes  Kur’an’ı ve hadisleri anlasaydı her önümüze çıkana alim etiketi yapıştırabilirdik. Hem herkes ilim öğrenebilir, buna da mani yoktur kim ki ben Kur'an üzerinde söz söylemek istiyorum diyorsa o zaman isimleri geçen bu büyük zatlar gibi ilimde derinleşmelidir bunun içinde bir mani yoktur.

 Neden onlar biliyor benim bilmeye ve yorumlamaya hakkım yok mu diyemez. Sen de yorumlamak istiyorsan veya hadislerin sahih mi değil mi olduğunu bilmek istiyorsan bir hadisin ravisinin tek vasfını teyid etmek için aylarca çöl yolculuğu yapan, 40-50 yıl yatsının abdestiyle sabah namazını kılan, ilimle uğraşmaktan yemeyi içmeyi unutan ulema gibi ol.

İnternet başında hazır dökümanlarla dahi bir hadisin ravisini bulmaya üşenen insan nasıl olur bu alimleri eleştirme hakkını kendinde bulabilir? Bu cahil cesareti değil de nedir? Bu zatlar tüm ömrünü Kur'an'a adamış iken neden onlar Kur'an'ı anlayacak da ben anlamıyorum demek kadar abestir.  Hadis alimleri bir hadisin sıhhati için sadece ravi ile ilgili on kriter belirlemiştir ve bu kriterleri belirleyenler kendi sahasında otorite kabul edilen ulemadır. Bu kriterleri taşımayan hadisler sahih olarak alınmamış çok dikkatli şekilde kritere tabi tutulmuş bu hadisler sahih hadis kitaplarına yazılmıştır. Her bir ravi de hadisi aldığı ravide yani rivayet eden kişide kriterleri gözetmiştir. Metin tenkidi ise ayrı kriterlere tabi tutulmuştur.

Bu kriterleri detaylıca hadis usulu eserlerinden öğrenebiliriz. Ulema ravinin tek bir vasfında bile bu kadar titiz davranmışken bugün koltuğuna yaslanıp bu Kur’an’da var bu yok diye hadis ayıklamak kimin haddine kalmıştır.

Mütevatir hadisleri inkar etmek gibi sahih hadis kriterlerine uyan hadisleri de inkar etmek küfre götürür. Haşa Ashab-ı Kiram ve onların yolundan giden talebeleri Rasulullah as’a yalan isnad edemez ve hadis uyduramaz. Bu akılların kabul edeceği bir iftira değildir.

 Rasulullah aleyhisselatu vesselam hiçbir zaman hevasından konuşmamıştır ona ittiba edilmesi için bir çok ayet vardır hayattan ve dinden  hadisleri ve sünneti yani Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı çıkardığımızda ortada din ve İslam namına bir şey kalmaz.  

Abadile-i seb’a  ( ismi Abdullah olan 7 kişi) denilen ashab hadisleri yazdılar. Özellikle de Abdullah bin Abbas ve Abdullah Bin Amr Bin As bunları yazıya geçirdiler. Hadisler sahabeden sonra Tabiin’in eline geçtiği vakit tevatür olur.  Tabiinden çok kişi  bu tür hadisleri rivayet etmiştir. Özellikle Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Hıbban  gibi sahih hadis kitaplarına sahip olan alimler sahabe zamanına kadar tevatür zincirini o kadar sağlam yapmışlardır ki hadis kriterden birine bile sahip olmayan hadislere itibar etmemişler ve kitaplarına almamışlardır. Hadisi kimin nasıl rivayet ettiğine o kadar dikkat etmişlerdir ki mesela Buhari'de hadisi görmek aynı sahabeden işitmek gibidir. [31]

Bugün en büyük hadis otoritesi kabul edilen ve Kur’an’dan sonra dinin ikinci kaynağı sayılan sahih-i Buhari sahibi İmam Buhari’nin ise hadis ilmine katkıları çok büyüktür.

Diyanet İslam Ansiklopedisinde Buhari maddesinde şu bilgiler geçer ;

On yaşında hadis öğrenmeye başlayan İmam Buhari on bir yaşlarında iken hocası Dâhilî’nin rivayet sırasında yaptığı bazı hataları tashih etmesiyle dikkatleri çekti. On altı yaşına geldiği zaman İbnü’l-Mübârek ve Vekî‘ b. Cerrâh’ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed ile birlikte hacca gitti. Hac sonrası onlar memleketlerine döndükleri halde Buhârî Mekke’de kaldı ve Hallâd b. Yahyâ, Humeydî gibi âlimlerden hadis tahsil etti. Daha sonra bu maksatla ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Alimlerden hadis dinlemek için Belh’e birkaç defa gitti ve Belhliler’in isteği üzerine onlara kendilerinden ilim tahsil ettiği 1000 hocadan birer hadis yazdırdı. Dımaşk’ta Ebû Müshir’den hadis öğrendi. Hicaz’da altı yıl kaldı. Hadisler için bir çok ilim beldesini dolaştı. Meşhur talebesi Firebrî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i Buhârî’den 90.000 talebenin dinlediğini söylemektedir. En tanınmış diğer talebeleri ise İmam Müslim, Tirmizî, Ebû Hâtim, Ebû Zür‘a er-Râzî, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Sâlih Cezere, İbn Huzeyme gibi muhaddislerdir. Buhârî’nin uzun seyahatleri sonunda derlediği hadislerle geniş bir kütüphane meydana getirdiği ve seyahatleri esnasında kitaplarını imkân nisbetinde yanında taşıdığı anlaşılmaktadır. Câriyesinin, odasında adım atacak yer bulunmadığından şikâyet etmesi, bir gece uyumayıp o güne kadar yazdığı hadisleri hesapladığını ve senedleri muttasıl 200.000 hadis kaydetmiş olduğunu söylemesi de bunu göstermektedir.[32] Yazdığı hadislerin kitaplarda kalmayıp onları hâfızasına nakşettiği de bilinmektedir. Buhârî’nin yakın talebeleri, kendisinin kitaplarını yazarken malzemeleri önce ayrıntılı olarak tesbit ettiğini, meydana getirdiği hacimli eseri üzerinde uzun süre titizlikle çalışarak son şeklini verdiğini söylemektedirler[33].

Muhakkak hadis tarihi ve usulu, Rasulullah as’ın Kur’an’ı hem yaşayarak hem lafızlarıyla tefsir etme çeşitleri tek makaleye sığacak kadar kısa konular değildir. Ulema bu konuda sayısız kitap kaleme almış her bir konuyu teferruatıyla açıklamış, zihinlere gelecek her soruyu cevaplamış ve şüpheleri izale etmişlerdir. Kültür mirasımızda bu kadar kıymetli eserler varken, gece gündüz tüm mesaisini ilme vakfetmiş ulema varken, bizim yaptığımız bir karınca misali onların izlerini takip etmek, önyargılı olmadan, bir müfsid gibi davranmadan Kur’an’ı ve hadisleri anlamaya çalışıp hayata uygulama maksadıyla onlarda derinleşmek ve yüzeysel bilgilerden ziyade çeşitli kaynaklardan beslenmektir.

 



[1] Ebu Davud, Sünnet, 5(6), İmaret,33; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 2; Darimî, Mukaddime,49; Ahmed b. Hanbel, 2/367, 4/131-132, 6/8

[2] Ebu Dâvud, Sünne, 6, (4604); Tirmizî, İlm 60, (2666); İbnu Mace, Mukaddime 2, (12)

[3] Ebû Dâvûd, Sünnet 6; İbn-i Mâce, Mukaddime 2; Tirmizî, İlim 10; Ahmed b. Hanbel, 6/8

[4] Buhârî, Nikah 1; Müslim, Nikah 5

[5] İbn Kesir Tefsiri, I, 13.

[6] Süyûtî,Itkan, II, 4

[7] Suyuti,a.g.e.  II, 4-5

[8] Suyuti, a.g.e, II, 4. 

[9] Buhârî, İlim, 27

[10] Müslim, Zühd,72;  İbn Hanbel III, 56; Dârimî, Mukaddime,42

[11] Tirmizî, İlim, 11.

[12] Ebû Dâvûd, İlim, 3.

[13] A’zamî, M. Mustafa,İlk Devir Hadis Edebiyatı, s.34-162.Koçyiğit, Talat, HadisTarihi, s. 44-67

[14] Taberânî, el- Mu’cemü’l-kebîr, IV, 276; Hatîb, Takyîdü’l-ilm,72-73

[15] Ebû Dâvûd, İlim, 3; Dârimî,Mukaddime, 43.

[16] Dârimî,Mukaddime, 43; Hatîb, Takyîdü’l-ilm, s. 85.

[17] İbn Kuteybe, Te’vîlümuhtelifi’l-hadîs, s. 287.

[18] Hâkim, Müstedrek, I, 153 (1/105).

[19] Buhârî, Lukata, 7; Müslim, Hac, 447; Ebû Dâvûd, İlim, 3.

[20] Tirmizî, İlim, 12.

[21] Ebû Dâvûd, Tıb, 1.

[22] Buhârî, İlim, 9, 67;Tevhîd, 24; Müslim, Kasâme,29.

[23] Tirmizî, İlim, 7;İbn Mâce, Sünnet,18

[24] Dib , Hadislerle İslam

[25] Ebû Dâvûd, İlim, 10

[26] Beyhâkî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 350.

[27] Müslim, Mukaddime,5.  

[28] Buhârî, İlim, 38; M3 Müslim, Mukaddime, 2.

[29] DİB, Hadislerle İslam,

[30] Hatîb, Takyîdü’l-ilm, 49. İbn Sa’d, Tabakât, III, 287.

[31] Said Nursi Mektubat,19.Mektup ,Mucize-i Ahmediye Risalesi

[32] (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XII, 411, 412, 452)

[33] DİA, Buhari Mad.

Çalışmamızda büyük oranda Diyanet İslam Ansiklopedisinden, DİB-Hadislerle İslam Külliyatından, Kütüb-ü Sitte’den , Risale-i Nur Külliyatından, Sorularla İslamiyet sitesinden istifade edilmiştir. 

Yorumlar

  1. Soluksuz okudum. Sahabi isimlerinin bazılarını aklımda tutma hususunda belki zorlansamda genel hatlarıyla konunun bize bakan yönüyle ehemmiyeti iyi idrak ettiğimi söyleyebilirim. Bu tafsilatlı araştırma ve bilgilendirme için çok teşekkür ediyorum. Emeğinize hizmetinize sağlık��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Yalnız yorum yaparken benim adımı değil de kendi isminizi veya rumuzunuzu kullanırsanız insanların kendi kendime yorum yaptığı algısını oluşturmamış olursunuz ;) Saygılar

      Sil
  2. Üslup ve fetvalar, anlamak imkansız şöyle ol böyle ol.... Dışında bilgi olarak çok istifade ettiğim güzel bir yazı. Teşekkürler ederim

    YanıtlaSil
  3. Çok teşekkür ederiz hocam yüreğinize kaleminize sağlık. Yukarıdaki arkadaşların üslûp konusundaki fikirlerine katılmıyorum. Bilakis isabetli olmuş. Hadis inkarcılarına az bile! Zira bazen insanlara anlayacakları üslûpta konuşmak çok da yerinde olur! Teşekkürler kıymetli hocam 🌹

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben teşekkür eder saygılarımı sunarım

      Sil
  4. Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İSLAM’A GÖRE KAŞ ALMAK , ESTETİK AMELİYAT VE İŞLEMLER YAPTIRMAK, DÖVME YAPTIRMAK, YAPAY SAÇ VE PERUK TAKMAK, SAÇ EKTİRMEK, DİŞ TELİ TAKMAK VEYA DİŞ KAPLATMAK, LAZER EPİLASYON YAPTIRMAK, PROTEZ TIRNAK KULLANMAK, ÇATLAKLARI GİDERMEK

Ensest (Aile İçi Sapık) İlişkiler ! Zübeyde Meryem Şakar

HZ. YUSUF (as) EFENDİMİZ VE ZÜLEYHA EVLENDİ Mİ , ZÜLEYHA TEVBE ETTİ Mİ ?