DEVLET,SERVET, ŞÖHRET, ŞEHVET SARMALI
Ümmetimin fakirleri
zenginlerinden beş yüz sene önce Cennete girerler. Zenginlerden biri kendini
onların arasına atar ve Cennete girmek ister. Melek onun elini tutar, fakirler
arasından çıkarır ve, “bekle, henüz senin Cennete girme zamanın gelmedi” der.
Beşyüz sene onu kıyâmetin kızgın sıcağında hesap yerinde tutarlar. Malının
hesâbını verir, sonra Cennete girer. “ (Tirmizi, Zühd)** hadisi O’nun hayatının
rotasını çizdiği ve en kıymetli fem-i muhsinden dökülen kelamdı. Korkusu
dünyanın kendisini ona sunacak olmasıydı. Bazen Hz. Ömer’e nasihatlerde
bulunduğu olurdu. O hazinenin kıymetini bilen ve din-i mübin-i İslama hizmet
etmesini gönülden arzu eden Hz . Ömer, O istemese de O’nu Humus
valiliği ile görevlendirmişti. Bir mübarek zattı bu dünyadan geçip giden
ve bir nam-ı celil bırakan ardında Said ibn Amr.
Bir zaman Medine–i Münevvere
‘ye Humustan bir heyet gelmiş , Hz. Ömer (RA)
Humustaki fakirlerin listesini istediğinde Onunda ismini bu listede görünce
şaşırmıştı . O bir vali idi. Nasıl olur da bu listede O’nun da ismi geçerdi.
Ancak hâk ile batılı ayıran Ömer (RA) sebebini biliyordu da
etrafındakilerin de şahit olması için bunun sebebini sordu ;
zahidane yaşanan bir hayattan başka bir şey beklenmezdi zaten. “Hediyeyi bile
rüşvet olur korkusuyla kabul etmez” dediler. O** “Vallahi ben sizin adınıza
fakirlikten korkmuyorum. Lâkin ben sizin nâmınıza dünyanın sizden öncekilere
serildiği gibi, size de serilmesinden ve dünya için onların yarıştıkları gibi,
sizin de yarış etmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi, sizi de helâk
edeceğinden korkuyorum.” (Buhârî, Cizye 1, Meğâzî 12; Müslim, Zühd 6, h. no:
2961; Tirmizî, Kıyâmet 28; İbn Mâce, Fiten 18)** hadisinin ruhunda
yaptığı sarsıntıyla dünyadan el etek çekmişti.
Kendisi yokluk içinde
olmasına rağmen elinde bir dirhem bile kalsa gözüne uyku girmez fakire fukaraya
verirdi. Bazen eşi memnuniyetsizlik gösterse ona ; “ Allah-ü teâlânın râzı
olduğu bir şey, dünya ve dünyanın içindeki her şeyden daha kıymetlidir. Eğer
Allahü teâlânın râzı olduğu iyilik, hayırlardan birisi gökyüzüne lâmba gibi
asılsaydı, onun nûru, yeryüzünü aydınlatır ve onun parlaklığı yanında güneş
sönük kalırdı.İşte seni bu iyilikler için terkeder, senden ayrılırım. Fakat senin
için bu hayırları ve iyilikleri terkedemem. Her hal üzere hayır ve hasenat
yaparım .“ derdi.
Bir zaman sonra
Hz. Ömer (RA), İslam ordusunu teftiş etmek üzere Humus’a gelmişti. Hz
Ömer (RA) Humus halkının valilerini sevdiğini duymuştu ama
onların ağzından bir şeyler duymak istercesine onlardan bir guruba;
“Valiniz nasıldır, onun sizin üzerinizdeki hükümlerinden memnun musunuz
?” diye sordu.
Onlar;
“Ey müminlerin emiri! Onun
bazı garip halleri var ve bundan biz şikayetçiyiz .Ovazîfesine sabah
namazından hemen sonra değil, kuşluk vakti geliyor, geceleri insanlar içerisine
hiç çıkmıyor , görünmüyor , ayda bir gün evine çekiliyor ve hiç kimseyi
kabûl etmiyor , bazen de kendinden geçip bayılıyor uzun süre uyanamıyor”
dediler.
Hz. Ömer (RA) Said bin Amr’a çok güvenirdi. Muhakkak böyle davranmasını gerektirecek haklı sebebleri vardır diye düşündü , sonra Said bin Amr’ı çağırdılar ve Humus halkını biraraya getirdiler. Hz. Ömer: “Ya Said, bunlar senin bazı hallerinden şikayetçi olduklarını söylüyorlar, ne dersin?” dedi. Said ibni Amr “ey müminlerin emiri , şikayetleri ne ise söylesinler, yapamıyor isem onları düzelteceğim.” dedi.Halk şikayetlerini dillendirdikçe O da sebeblerini söylüyordu;
Ya Ömer Faruk! Vazîfeme ancak kuşluk vakti, gelebiliyorum. Doğrudur. Çünkü hanımım hasta ve benim hizmetkarım, evime bakacak kimse olmadığı için, sabahleyin evin ihtiyaçlarını karşılıyor, yemeklerini hazırlıyor evden öyle çıkıyorum diye izah etti. Sonra “Ayda bir sefer, halkın içerisine çıkmıyorum hiç kimseyle görüşmüyorum ,çünkü benim üzerimde bir kat elbisem var; ayda bir sefer onu yıkıyorum, onu kurutuncaya kadar da geç oluyor. O gün onun için gelmiyorum.” dedi.
Said bin Amr bir diğer
şikayete karşılık şöyle dedi ;”Geceleri halkla görüşmememin onların içinde
görünmeyişimin sebebine gelince gündüzleri halkın hizmetleriyle meşgul
olurum. Geceleri de Allahü teâlâya hizmet ve kulluk için ayırırım Böylece
gündüzleri yaptığım işlerin, verdiğim hükümlerin muhâsebesini yapar, yanlış
kararlarım varsa düzeltirim.
Sonra, aniden düşüp bayılma
sebebini söyledi. “Evet bazen bayılıyorum ve bir müddet yerimden
kalkamıyorum bunun nedeni de şudur ki; Hubeyb bin Adiy Mekke
müşriklerince şehit edilirken, ben de orada idim. Küçüktüm o zaman . Onun
vücudunu parçalıyorlar lime lime ediyorlar ve vücudundan kanlar
fışkırırken, ona soruyorlardı “Bu halin mi hoş, yoksa Muhammed’in şu an
senin yerinde olması mı tercih ederdin ?” O “Çocuklarımın hepsi bu şekilde ölse
de, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir yerine bir diken
batmasına razı olmam.”diyor ve işkencelere göğüs geriyor nihayetinde
şehit oluyordu. O zaman ben de o cemaatin içinde olduğum için korkuyorum, ona
yardım edemedim. Daima bu konuda ALLAH Teala’dan korkuyorum ve hatırladığım
zaman acaba ALLAH (C.C )beni affetmeyecek mi?”diye korkudan bayılıyorum.”dedi .
Onlar verilen sermaye-i ömrü kılı kırk yararcasına yaşamanın derdindeydi
. Benzeyemedik onlara hiç ve bir yol bulup tutunamadık hayatlarına .
Beklemediği bir anda eşi bir hastalıkla imtihan edilince onu
başından atmaya çalışan, çoğu zaman işini aksatmamak için ailesini ihmal eden,
o gün işi yolunda gitmedi diye eve hışımla giren ,eşini çocuğunu dayaktan
geçiren , suratı beş karış gezen, türlü bahanelerle evde kavga çıkaran , sıla-i
rahimden fersah fersah uzaktaki Müslümanlara bir tokat niteliğinde
yaşanan bir hayattı bu, acaba onlar mı daha mutluydu fani
hayatlarında, yoksa bizler mi ?
Şimdi dünyanın herhangi halkı müslüman olan bir ülkesinde bir yönetici, belediye
başkanı , vali veya bir muhtar, bir devlet başkanı ya da sıradan bir
insan düşünelim sadece bir elbisesi olan , aydan aya bir kere yıkanma fırsatı
bulan.Mümkün mü? Kâbe’den yüksek , ihtişamlı saraylarında Allah’ın evini
bir manzara gibi seyreden , zengin sofralarında şükürsüzce yemekler
yiyen, lüks arabalarından inmeyip halkını tanımayan, milletine
tepeden bakan , kaldığı tatil köylerinde ,beş yıldızlı otellerde sınırsız
eğlencelerle sayısız yetimin hakkını yiyen , zimmetine para geçiren
, bir giydiğini bir daha giymeyen ,takım elbislerine ,çoraplarına
varıncaya kadar adlarının işlendiği , içki masalarında ülke hakkında kararlar
alan , harita üzerinde halkın kaderiyle oynayan liderlerle O bir olur mu şimdi?
“Ben kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum” diyen Rasulullah’a kim
daha yakındır , kim “ümmetim , kardeşim “ hitabına daha çok mazhar olur?
Gündüz halkla gece Hâk’la
meşgul olan halkın içinde ama ALLAH ile irtibatına hâlel getirmeyen bir mübarek
gönüldür anlatılan . Sabahlara kadar gözyaşı döken, dünyadan her türlü
bağını koparan , mahbubuyla başbaşa , araya kimseleri koymadan,
kimseye göstermeden yüreğini , gözyaşını meleklerin sildiği, riyaya
kapılmadan ,avuçlarını semadan indirmeden, Rabbinin sevgisini, rızasını
kaybetmekten korkarak sddıkıyetin , takvanın pırlanta tepelerinde
gezinenlerdendi onlar. İnsanlara ayırdığı zamandan daha ziyadesini Yaradan’a
ayırmazlarsa kurtulamayacaklarını biliyorlardı zira .Çünkü iman tevhidi
,tevhid teslimi ,teslim tevekkülü, tevekkül de saadet-i dareyni getirecekti .
Ölmeden önce ölen , hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekendi onlar. Mesai
saatinin bitmesini dört gözle bekleyen ve rahat döşeğinde uyumanın
hayalini kuran rical-i devlete bir hüsn-ü misal olur mu onlar ?
Ve şimdi diyar-ı İslam’da kadın çocuk demeden bomba yağarken ümmetin başına hangimiz suskunluğumuz sebebiyle Ümmeti Muhammed bizden davacı olur diye korkarız onlar gibi. Bir mübarek vakitte semaya dönmeyen ellerimizle mi aminlerimizi yüzümüze süreriz?
Modern firavunlar ,nemrutlar islam kisvesindeyken
susuz kalmış yüreklerimiz bayılıp düşer mi korkunun karanlığında? Değil
miydi ki o ALLAH CC korkusundan düşüp bayılanlar yeryüzünde Zıllullah’tı.
Ama çağın firavunları ilah olduklarını ilan edip ölüm kusunca masumların
üstüne biz hiç ağlamadık hiç üzülmedik , lafını bile edemedik koltuklarımızda
korku filmi seyreder gibi seyrederken onların ahvalini.
Onlar yağmurun altında
ıslananlardı. Haşyetle, Allah’a bağlı , dünyaya sadece gerektiği miktarda
kıymet vererek, ona sabrederek dar-ı faniden bir şey ummayarak istiğna
ile yoğrulmuş yüreklerdi. Adanmış ruhların çağlar ötesinden resmiydi.Terazinin
kefelerine konulamayacak kadar farklılık arz eden bizler mi daha doğru yolu
tutturduk yoksa onlar mıydı sahil-i selamete çıkanlar?
Soralım şimdi sızlamayı
unutan vicdanlarımıza. İstediğimiz önümüzde istemediğimiz
arkamızda bir hayat sürerken “Cennet ucuz değil cehennem dahi luzumsuz
değil “ hakikatini yüreklerimiz duyup ruhlarımız hisseder mi?
**“Hüve racul nehnu racul”**
Onlar da adamdı bizler de adamız değil mi?
Çok güzel Allah razı olsun
YanıtlaSilKaleminizs zağlik
YanıtlaSil