DELİRMİŞCESİNE BİR İMTİHAN VE İMAN ! /Zübeyde Meryem Şakar



-"Siz onları görseydiniz deli derdiniz onlar da sizi görseydi müslüman değil derlerdi"-


Ümmetimin fakirleri zenginlerinden beş yüz sene önce Cennete girerler. Zenginlerden biri kendini onların arasına atar ve Cennete girmek ister. Melek onun elini tutar, fakirler arasından çıkarır ve, "bekle, henüz senin Cennete girme zamanın gelmedi" der. Beşyüz sene onu kıyâmetin kızgın sıcağında hesap yerinde tutarlar. Malının hesâbını verir, sonra Cennete girer. “  (Tirmizi, Zühd 37) hadisi   O’nun hayatının rotasını çizdiği ve en kıymetli  fem-i muhsinden dökülen kelamdı. Korkusu dünyanın   kendisini ona sunacak olmasıydı. Bazen Hz. Ömer’e  nasihatlerde bulunduğu olurdu. O hazinenin kıymetini bilen ve din-i mübin-i İslama hizmet etmesini gönülden arzu eden  Hz . Ömer,  O istemese de O’nu Humus valiliği ile görevlendirmişti.Bir mübarek zattı bu dünyadan geçip  giden ve  bir nam-ı celil bırakan ardında Said ibn Amr.
   Bir zaman Medine –i Münevvere ‘ye Humustan bir heyet  gelmiş  , Hz.  Ömer   (RA) Humustaki fakirlerin listesini istediğinde Onunda ismini bu listede görünce şaşırmıştı . O bir vali idi. Nasıl olur da bu listede O’nun da ismi geçerdi. Ancak hâk  ile batılı ayıran Ömer (RA) sebebini biliyordu   da  etrafındakilerin de şahit olması için bunun  sebebini sordu ; zahidane yaşanan bir hayattan başka bir şey beklenmezdi zaten. “Hediyeyi bile rüşvet olur korkusuyla kabul etmez” dediler. O “Vallahi ben sizin adınıza fakirlikten korkmuyorum. Lâkin ben sizin nâmınıza dünyanın sizden öncekilere serildiği gibi, size de serilmesinden ve dünya için onların yarıştıkları gibi, sizin de yarış etmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi, sizi de helâk edeceğinden korkuyorum.” (Buhârî, Rikak 7; Müslim, Zühd 6) hadisinin  ruhunda yaptığı sarsıntıyla dünyadan el etek çekmişti.
  Kendisi yokluk içinde olmasına rağmen elinde bir dirhem bile kalsa gözüne uyku girmez fakire fukaraya verirdi. Bazen eşi memnuniyetsizlik gösterse ona ; “ Allah-ü teâlânın râzı olduğu bir şey, dünya ve dünyanın içindeki her şeyden daha kıymetlidir. Eğer Allahü teâlânın râzı olduğu iyilik, hayırlardan birisi gökyüzüne lâmba gibi asılsaydı, onun nûru, yeryüzünü aydınlatır ve onun parlaklığı yanında güneş sönük kalırdı.İşte seni bu iyilikler için terkeder, senden ayrılırım. Fakat senin için bu hayırları ve iyilikleri terkedemem. Her hal üzere hayır ve hasenat yaparım .“ derdi.
  Bir  zaman sonra  Hz. Ömer (RA), İslam ordusunu teftiş etmek üzere Humus’a gelmişti. Hz Ömer  (RA)  Humus halkının valilerini sevdiğini duymuştu  ama onların ağzından bir şeyler duymak istercesine onlardan bir guruba;  "Valiniz nasıldır, onun sizin üzerinizdeki hükümlerinden memnun musunuz ?" diye sordu.
     Onlar;
     "Ya emirü'l-mü'minin! Onun bazı garip halleri var ve bundan biz  şikayetçiyiz .Ovazîfesine sabah namazından hemen sonra değil, kuşluk vakti geliyor, geceleri insanlar içerisine hiç çıkmıyor , görünmüyor , ayda bir gün evine çekiliyor ve  hiç kimseyi kabûl etmiyor , bazen de kendinden geçip bayılıyor uzun süre uyanamıyor” dediler.
     Hz. Ömer (RA)  Said bin Amr’a çok güvenirdi. Muhakkak böyle davranmasını gerektirecek haklı sebebleri vardır diye düşündü , sonra  Said bin Amr'ı çağırdılar ve Humus halkını biraraya getirdiler. Hz. Ömer: "Ya Said, bunlar senin bazı hallerinden şikayetçi olduklarını söylüyorlar, ne dersin?" dedi. Said ibni Amr  "Ya emirü'l-mü'minin, şikayetleri ne ise söylesinler, yapamıyor isem onları düzelteceğim." dedi.Halk şikayetlerini dillendirdikçe O da sebeblerini söylüyordu;
"Ya emirü'l-mü'minin! Vazîfeme ancak kuşluk vakti, gelebiliyorum.Doğrudur. Çünkü hanımım hasta ve benim hizmetkarım, evime bakacak kimse olmadığı için, sabahleyin evin ihtiyaçlarını karşılıyor, yemeklerini hazırlıyor evden öyle çıkıyorum  diye izah etti.
Sonra  "Ayda bir sefer,  halkın içerisine çıkmıyorum hiç kimseyle görüşmüyorum  ,çünkü benim üzerimde bir kat elbisem var; ayda bir sefer onu yıkıyorum, onu kurutuncaya kadar da geç oluyor. O gün onun için gelmiyorum." dedi.
Said bin Amr  bir diğer şikayete karşılık şöyle dedi ;”Geceleri halkla görüşmememin onların içinde görünmeyişimin  sebebine gelince gündüzleri halkın hizmetleriyle meşgul olurum. Geceleri de Allahü teâlâya hizmet ve kulluk için ayırırım  Böylece gündüzleri yaptığım işlerin, verdiğim hükümlerin muhâsebesini yapar, yanlış kararlarım varsa düzeltirim.
Sonra, aniden düşüp bayılma sebebini söyledi. “Evet  bazen bayılıyorum ve  bir müddet yerimden  kalkamıyorum  bunun nedeni de şudur ki;  Hubeyb bin Adiy Mekke müşriklerince şehit edilirken, ben de orada idim. Küçüktüm o zaman . Onun vücudunu parçalıyorlar lime lime ediyorlar  ve  vücudundan kanlar fışkırırken, ona soruyorlardı  "Bu halin mi hoş, yoksa Muhammed’in şu an senin yerinde olması mı tercih ederdin ?" O "Çocuklarımın hepsi bu şekilde ölse de, Rasulullah  sallallahu aleyhi ve sellem'in bir yerine bir diken batmasına  razı olmam."diyor ve işkencelere göğüs geriyor nihayetinde şehit oluyordu. O zaman ben de o cemaatin içinde olduğum için korkuyorum, ona yardım edemedim. Daima bu konuda ALLAH Teala’dan korkuyorum ve hatırladığım zaman acaba ALLAH (C.C )beni affetmeyecek mi?"diye korkudan bayılıyorum.”dedi .
   Onlar verilen sermaye-i ömrü  kılı kırk yararcasına yaşamanın derdindeydi . Benzeyemedik onlara  hiç ve bir yol bulup tutunamadık hayatlarına . Beklemediği bir anda  eşi bir hastalıkla imtihan edilince  onu başından atmaya çalışan, çoğu zaman işini aksatmamak için ailesini ihmal eden, o gün işi yolunda gitmedi diye eve hışımla giren ,eşini çocuğunu dayaktan geçiren , suratı beş karış gezen, türlü bahanelerle evde kavga çıkaran , sıla-i rahimden fersah fersah uzaktaki  Müslümanlara bir tokat niteliğinde yaşanan bir hayattı bu, acaba  onlar  mı daha mutluydu  fani  hayatlarında, yoksa bizler mi ?
  Şimdi bir yönetici veya sıradan bir insan düşünelim sadece bir elbisesi olan , aydan aya bir kere yıkanma fırsatı bulan. Mümkün mü?  Kâbe’den yüksek , ihtişamlı saraylarında Allah’ın evini bir manzara gibi seyreden , zengin sofralarında şükürsüzce  yemekler  yiyen,  lüks arabalarından inmeyip halkını tanımayan, milletine  tepeden bakan , kaldığı tatil köylerinde ,beş yıldızlı otellerde sınırsız eğlencelerle  sayısız yetimin hakkını yiyen , zimmetine para geçiren  , bir giydiğini bir daha giymeyen ,takım elbislerine ,çoraplarına varıncaya kadar adlarının işlendiği , içki masalarında ülke hakkında kararlar alan , harita üzerinde halkın kaderiyle oynayan liderlerle O bir olur mu şimdi?  “Ben kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum”  diyen Rasulullah’a kim daha yakındır , kim “ümmetim , kardeşim “ hitabına daha çok mazhar olur?
   Gündüz halkla gece Hâk’la meşgul olan halkın içinde ama ALLAH ile irtibatına hâlel getirmeyen bir mübarek gönüldür anlatılan . Sabahlara kadar gözyaşı döken, dünyadan her türlü  bağını koparan, mahbubuyla başbaşa, araya kimseleri koymadan,  kimseye göstermeden yüreğini , gözyaşını meleklerin sildiği, riyaya kapılmadan ,avuçlarını semadan indirmeden, Rabbinin sevgisini, rızasını kaybetmekten korkarak sıddıkıyetin , takvanın  cennet tepelerinde gezinenlerdendi onlar.
İnsanlara ayırdığı zamandan daha ziyadesini Yaradan’a ayırmazlarsa kurtulamayacaklarını  biliyorlardı zira . Çünkü iman tevhidi ,tevhid teslimi ,teslim tevekkülü, tevekkül de saadet-i dareyni getirecekti . Ölmeden önce ölen , hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekendi onlar. Mesai saatinin bitmesini  dört gözle bekleyen ve  rahat döşeğinde uyumanın hayalini kuran rical-i devlete bir hüsn-ü misal olur mu  onlar ?
  Ve şimdi  İslam coğrafyalarında  kadın, çocuk demeden bomba yağarken ümmetin başına hangimiz suskunluğumuz  sebebiyle Ümmeti Muhammed bizden davacı olur diye korkarız onlar gibi.  Bir mübarek vakitte semaya dönmeyen ellerimizle mi aminlerimizi yüzümüze süreriz?  Mazlum halkları sindirip susturan  ,acımasızca katleden, çoluk çocuk demeden başlarından bombalar yağdırıp yaşam haklarını elinden alan  modern firavunlar ,nemrutlar varken  susuz kalmış yüreklerimiz bayılıp düşer mi korkunun karanlığında? Değil miydi ki o ALLAH CC korkusundan düşüp bayılanlar  yeryüzünde Zıllullah’tı. Ama çağın firavunları ilah olduklarını ilan edip ölüm kusunca  masumların tepesinden  biz hiç ağlamadık hiç üzülmedik , lafını bile edemedik koltuklarımızda   korku  filmi seyreder gibi seyrederken onların ahvalini.
  Onlar yağmurun altında ıslananlardı. Haşyetle, Allah’a bağlı , dünyaya sadece gerektiği miktarda kıymet vererek, ona sabrederek dar-ı faniden  bir şey ummayarak istiğna ile yoğrulmuş yüreklerdi. ALLAH Teala’ya adanmış ruhların çağlar ötesinden resmiydi. Terazinin kefelerine konulamayacak kadar farklılık arz eden bizler mi daha doğru yolu tutturduk  yoksa onlar mıydı sahil-i selamete çıkanlar? Soralım  şimdi sızlamayı unutan vicdanlarımıza.  İstediğimiz  önümüzde  istemediğimiz  arkamızda bir hayat sürerken “Cennet ucuz değil cehennem dahi luzumsuz değil “ hakikatini yüreklerimiz duyup ruhlarımız hisseder mi? 
“Hüve racul nehnu racul” Onlar da adamdı bizler de adamız değil mi?



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İSLAM’A GÖRE KAŞ ALMAK , ESTETİK AMELİYAT VE İŞLEMLER YAPTIRMAK, DÖVME YAPTIRMAK, YAPAY SAÇ VE PERUK TAKMAK, SAÇ EKTİRMEK, DİŞ TELİ TAKMAK VEYA DİŞ KAPLATMAK, LAZER EPİLASYON YAPTIRMAK, PROTEZ TIRNAK KULLANMAK, ÇATLAKLARI GİDERMEK

Ensest (Aile İçi Sapık) İlişkiler ! Zübeyde Meryem Şakar

HZ. YUSUF (as) EFENDİMİZ VE ZÜLEYHA EVLENDİ Mİ , ZÜLEYHA TEVBE ETTİ Mİ ?